How did it all start, the storytelling?
I won’t start with the famous refrain, “I always wanted to be a writer.” But I can say that I always looked for a way to express myself.
Sandor Marai - a renowned Hungarian writer - once said that, “an artist is merely the personal embodiment of the creative genius that drives him. He has no will of his own, for his genius will press a pen, a chisel, a brush, or even, occasionally, a sword into his hand, whether he will or no.”
That driving force within me did in fact pressed a pen into my hand every now and then; I always scribbled something or other. However, it took me quite some time before I ventured into becoming a writer. I guess I needed to live a little before writing about life, know a few people before writing about the human heart. I had to get in touch with different cultures, if for no other purpose than understanding mine better. Eventually, there came a point when the things I accumulated along the way could no longer be contained. Everything poured out like a waterfall. It was no longer possible to ignore the desire to tell the stories dormant within me. In an inexplicable way, I somehow felt I had the responsibility to do so.
Yazarlık nasıl başladı?
Kendimi bildim bileli yazar olmak istiyordum, diyemeyeceğim. Ancak kendimi bildim bileli bir şekilde kendimi ifade etmenin yollarını arayıp durdum, diyebilirim.
Macar yazar Sándor Márai şöyle diyor: “Sanatkar kişi istese de istemese de, ona itici güç veren yaratıcılığı kendini bir şekilde dışa vurur, ve bazen eline bir kalem, bazen bir fırça, bazen de bir heykeltraş bıçağı tutuşturur.” Benim de içimdeki o itici güç, farklı dönemlerde, usanmadan, elime bir kalem tutuşturdu. Hep bir şeyler yazdım. Ama yazar olmaya soyunmam belirli bir zaman aldı. Roman yazabilmek için yaşam tecrübesi edinmem gerekti galiba. Bir birikim... Kendi kültürümü olduğu kadar, farklı kültürleri de tanımış olmam gerekti. Kendi kültürümü daha iyi, daha objektif değerlendirebilmek için başka kültürleri öğrenmem gerekti.
Kendimi biraz, doğup büyüdüğüm İstanbul'a benzetirim. Onun gibi, benim de kanım karışık. Özümde, bu topraklarda, İstanbul’da köklenmişler de var, başka bir toprakta, Macaristan’da doğup büyümüş, sonra gönül yarasıyla canı yanarak köklerinden kopup buralara kaçmışlar da. Üstüne üstlük kalbimde bir İtalyan, geçmişimde İngiliz eğitimi var.
Farklı kültürlere ait, farklı ülkelere yayılmış geniş ailemin geçmişinden gelen öykülerle büyüdüm. Bir yandan Macaristan’da Nazilere karşı ölüme meydan okuyarak direnmiş akrabalarımın, ezilen insanların özgürlüğü için savaşmışların, ülkesinin bağımsızlığı için çekinmeden elini taşın altına koymuş kahramanların öykülerini dinledim. Bir yandan da, altından bir kafese kapatılmış bir yaban kuşu misali gönlünün, ruhunun özgürlüğü için zorlu iç savaşlar veren yakınlarımın öykülerini dinledim.
Bu öyküler önceleri birer masaldı. İyilerin kazandığı, kötülerin yenildiği, mutlu sonlarla biten masallar. Ancak ben büyüdükçe masallar da büyüdü ve yavaş yavaş mutlu sonlar bitti. Mutlaka ve mutlaka iyiler kötüleri yenmez oldu. Masallar acı gerçeklere dönüştüler. Biraz daha büyüdükten sonra gerçekleri daha derinden didiklemek için, ailemde birbirinden farklı bu özgürlük savaşçılarına saygımı dile getirmek için, onları bir şekilde kayda geçirmek, başkalarına örnek teşkil etmelerine aracı olmak için araştırmaya ve yazmaya karar verdim.
Hakkı yenilenleri anlatmak istedim. Ölümü göze alarak kendi haklarını olduğu kadar, başkalarının haklarını da koruyanları kağıda dökmek istedim. Örnek olsun diye. Kıssasan hisse misali. İleride aynı acılar, aynı felaketler bir daha yaşanmasın diyerek, ufacık da olsa bir katkıda bulunabilmek için yazmak istedim. Yazdıklarımla geçmişe bakarak, bugüne ve yarına bir küçük ışık tutmaya niyetlendim.
Ve sonunda bir nokta geldi, öyle bir birikim oldu ki, içimdekiler bir şelale gibi dökülmeye başladı. Düşüncelerimi, duygularımı, bildiklerimi, gördüklerimi başkalarına aktarma isteğim zapt edilemez bir hale geldi. Böyle bir sorumluluğum olduğunu derinden hissetmeye başladım. Ve büyük bir coşkuyla yazar olmaya soyundum.
Read more of this interview.